Heybe

Maid: Yıkıntıların Arasından Işıldayarak Çıkış

Rojda Aksoy Maid dizisi üzerine yazdı.

Amerikalı yazar Stephanie Land’in kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı kitabın Netflix uyarlaması olan Maid tek sezonluk bir mini dizi. Tek cümle ile yazıp tarif etmek oldukça kısa  ve zahmetsiz oldu ama izlerken hissedilen duygular, hikayenin peşinden sürükleniş, ekrandan akan görüntülerin peşinden takılmak yani bir bütün olarak ifade edecek olursam, bu hikayenin dinleyicisi, izleyicisi olmak pek kolay tarif edebileceğim bir durum değil. Neden böyle hissettiğimi açmadan önce dizinin genel hatlarından bahsedip hikayeyi kısaca anlatmam yerinde olacak.

Yazar olma planları yapan Alex genç yaşta anne olunca olunca barmen sevgilisi Sean ile beraber yaşamayı ve kızı Maddy’i büyütmeyi seçmek durumunda kalır. Güvenceli bir işte çalışmayan ve sevgilisinin manipülasyonunun da etkisiyle sosyal hayatla bağını koparan Alex’in yaşantısının merkezinde kızı vardır. Beraber olduğu erkeğin fiziksel şiddetine maruz Alex bir gece yarısı kızını da alarak sessizce evden ayrılmaya karar verir. Ilk bölümün hemen ilk dakikalarında izlediğimiz bu yolculuk kararından sonra nefes almaksızın Alex’i izleme başlıyoruz. Cebinde kalan son birkaç doların ekranın sağ üst köşesinde tükenişini görsel olarak takip ediyoruz. Hayatlarımızı ucu ucuna geçirdiğimiz maaşlarımızı hesaplama deneyimlerimizden bu duruma aşina olan bizlerin Alex’le empati kurması oldukça kolay ama hikaye o kadar ince işleniyor ve o kadar etkileyici akıyor ki yaşadığımız şeyi sadece empati ile ifade etmek yetersiz kalıyor. Duygudan duyguya savrulduğumuz ve Alex ile Maddy’nin yanı başında, onlarla beraber nefes aldığımız bu dizide kendi yaşantılarımızdan tanıdığımız, bildiğimiz çok şey var. 

(yazının devamı spoiler içerir)

İşsiz ve parasız olan Alex’in sosyal hizmetlerden yardım istemeye gittiğinde duyduğu karmaşık bilgiler, istenen belgeler, anlatılan prosedürler karşısında sersemlediği sahne bizi sistemin açmazlarıyla karşı karşıya getiriyor. Gördüğü şiddeti tanımlamakta zorlanan Alex, yaşadığı ekonomik, duygusal ve psikolojik şiddeti yavaş yavaş seçmeye başlayacaktır. Sosyal hizmetlerde yaşadığı deneyimin, yaratıcı bir atmosfer ve biçimle anlatılması sayesinde biz de kendimizi onunla beraber o odada buluruz. Amerika’da liberal ‘’refah devleti’’nin benimsediği sosyal-ekonomik politikalar, toplumun sınıflı yapısına dokunmadan mevcut yapı üzerinden belli politikalar yürütür (1) ancak işsiz ve mağdur olanların toplumdan dışlanmasına, damgalanmasına sebep olan bu politikalar durumu iyileştirmeyi başaramaz. Bu gerçeklik karşısında çaresiz kalan Alex sosyal hizmet uzmanının yönlendirmesiyle ev temizliği konusunda aracı olan bir yere başvurur. Pek seçeneğinin olmaması yetmiyormuş gibi başına türlü aksiliğin gelmesi sonucunda kızıyla beraber vapur iskelesinde geceyi geçirmek zorunda kalındığında eski bir arkadaşı olan Nate ile karşılaşır. Alex’e yardımcı olmaya çalışan bu karakter ilerleyen bölümler boyunca da ısrarlı yardımlarını sürdürmeye çalışırken yer yer yapışkan erkekliğine şahit oluyoruz; her fırsatta  şansını deneyen ve ‘’hayır’’ı cevap olarak pek de kabul etmeyen Nate’in nasıl  bir motivasyonu olduğu hakkında kafamız bazen karışıyor izlerken. 

Aksiliklerin, kazaların peşini bırakmadığı Alex, en kirli tuvaletleri, kocaman zengin evlerini, banyo ve mutfakları temizlerken bitmeyen enerjisi ve her şeye rağmen yola devam etme inadı karşısında şaşırıp kalıyoruz.  Özellikle kızıyla beraber yaşayacağı hayat, Alex’in eyleme kabiliyetini bu kadar canlı tutan etkenlerin başında geliyor muhtemelen. Her şeye rağmen hayatta devam etme gücünü bulması Alex’in kendine özgü karakteriyle yakından alakalı ama bir de onu hayatın geri kalanına bağlayan Spinozacı anlamda arzu da hikaye içinde kendine yer buluyor sanırım. Arzularımızın bizi dünyaya, birbirimize, hayata bağlayan tetikleyiciler olduğu düşüncesi (2) Alex’in tüm engellere rağmen yola devam etme gücü bumasının etkenlerinden biri olmalı. Hayatı yaşamaya dair bu iştahın söndüğü depresyon durumunu muhteşem şekilde betimleyen ve Alex’in koltuğun içine gömülerek kendini derin, karanlık bir kuyuda bulduğu 9.bölümü bu şekilde okumayı tercih ediyorum. 

Izleyiciyi hikayenin tam için çeken başarılı dramatik yapısı ve özellikle başrol oyuncusu Margaret Qualley’in kusursuz performansı ile Maid dizisi son yıllarda izlediğim en etkileyici yapımlardan biri oldu. Yoksul ve şiddete maruz kalan Alex’I izlerken hissettiğimiz duygular acımak, üzülmek gibi duygular değil. Ana karakteri edilgen, çaresiz gösterme tuzağına düşmeyen bu hikaye aksine inat ve inançla ilerleyen yolu çok ince biçimde işliyor. Istismarın, şiddetin, yoksulluğun iç içe geçtiği böyle bir hikayeyi üstten ve kibirli bir şekilde değil de hikayenin içinden geçerek dürüstlükle ve estetik bir biçimle anlatabilmek için müthiş bir emek harcandığı kesin. 

Alex’in geçmişine flashbackler aracılığı ile yaptığımız yolculuklar sayesinde hikayeyi bütünlüklü bir şekilde kavrayabiliyoruz. Bir yandan yaşadığı anı, şimdiyi merakla izlerken diğer yandan da geleceğine, hayallerine dair görüntülere de ortak oluyoruz. Her bölümde ön plana çıkan farklı temaların yaratıcı biçimde anlatılmasının sebeplerinden biri de olaylara alışılanın dışında bir noktadan bakılması olabilir. Aile, toplumsal cinsiyet, sınıflı toplum yapısı, cinsellik gibi meselelere ince bakışlar atan dizi bir yandan da tüm bunlara rağmen kendini gerçekleştirmeye çalışan Alex’in yolculuğunu, kadın dayanışmasını, mücedele etmeyi de incelikli bir perspektifle anlatmayı başarıyor. Baş etmesi oldukça zor anne karakteri, geçmişte travmatik deneyimlerin yaşandığı baba ve alkolik partnere rağmen Alex yola devam etme gücünü nasıl bulabiliyor? Kazaların, tökezlemelerin hiç bitmediği ve sürekli başa dönülen bu yolda Alex’in coşkusu nasıl oluyor da onu her seferinde düştüğü yerden kaldırabiliyor? Çarpışma anlarında hissedilen kaygı ve korkuya baskın gelen coşku, mutluluk ve hazzın karşıtı olarak kullanacak olursak, kendi gizilgüçlerini gerçekleştirirken etkin olan duygudur (3). Yazmaya, hikaye anlatmaya olan isteği Alex’in yola devam etmesine yardımcı olan yönlerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Kızı Maddy ile ormanda kelebek yakalamaya çıktıkları yürüyüşlerinde, temizlediği evlerin tuvaletlerine, banyolarına, mutfaklarına attığı bakışlarda, annesini uzaktan izleyişinde, gözkyüzünü inceleyişinde bir merak ve coşku var. Alex’in şehrin manzarasını izlediği tepeye tırmanırken attığı her adımda ona eşlik etmek, bu zorlu yolu nasıl kattettiğine kısmen de olsa şahit olmak oldukça etkileyiciydi. 

Toplumsal alanın dışına itilen, görmezden gelinen ötekilerin hikayelerini anlatan dizilerin, filmlerin her geçen gün biraz daha arttığını görmek güzel. Bu hikayeleri anlatırken kolaycılık ve yüzeysellik tuzağına gündelik hayatın koşuşturmasına kısa bir ara vermek hepimize iyi gelicektir.

  1. Acar-Savran, Gülnur, Beden Emek Tarih, Kanat Kitap, 2019
  2. Balanuye, Çetin (2021), Spinozanın Sevinci Nerden Geliyor, Ayrıntı Yayınları, 2021
  3. May, Rollo, Yaratma Cesareti, Metis, 2018