Cadı Kazanı

Artan Yoksulluk, Küçülen Hayatlar ve Daralan Çember

Halkın öfkesini yükselten, sabır taşının çatlatan hem ekonomik hem de yapısal bu krize karşı bir çıkışın mümkün olduğunu hep beraber görmeliyiz. Patriyarkal kapitalizmi yıkmak dışında hiçbir geçici çözümün bizi kurtaramayacağını, bizden çalınan her şeyi almanın imkan dahilinde olduğunu anlatabilmeliyiz. Bugün bunu yapmak hem mümkün hem de zorunlu…

Birileri ne kadar inkar etse de -işlerine gelmediği için- bu ülkede her geçen gün derinleşen ve yayılan bir yoksulluk gerçeği var. Üniversite mezunu milyonlarca genç işsiz, insanlık dışı koşullarda uzun saatler boyunca çalışan işçiler, aldığı maaş anında eriyen ve zamların hızına yetişemeyen herkes bu gerçeğin farkında. Emekli maaşı ile yaşamaları imkansız hale gelen emekliler, esnek ve güvencesiz çalışan ve en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayanlar bu gerçeğin farkında. Kısacası, iktidar aracılığıyla devletin bütün imkanlarından sonuna kadar yararlananlar hariç, ülkeyi hukuksuzca açık bir şantiye alanına çeviren yandaşlar hariç, pandemi de bile kazançlarını artıran zenginler hariç herkes yoksullukla, işsizlikle, hayat pahalılığıyla sert biçimde sınanıyor.

Böylesi şiddetli bir krizde ayakta kalmaya, nefes almaya çalışırken en çok emek verenler kadınlar oluyor. Patriyarkal kapitalist sistem krizlerle sarsılırken en büyük yük biz kadınlara düşüyor. Artan market fiyatları yüzünden alamadığımız birçok şeyi evlerde üretebilir miyiz diye düşünerek mutfaklara kapanıyoruz. Daha ucuza alışveriş yapabilir miyiz diye marketleri, pazarları gezip saatler harcıyoruz. Belki biraz nefes almak için dışarıda yediğimiz bir yemek, ayda yılda bir gidilen sinema ya da konser çoğumuz için lüks oldu.

Uzun saatler çalışıp sonrasında evlerimize kapanıyoruz ve o evler bizim için huzur dolu yuvalar falandeğil! Kirasını, faturalarını nasıl ödeyeceğimizi düşündüğümüz dört duvarın içine sıkışıp kaldık. Benzetme falan da değil bu sıkışmak hali. Büyük şehirlerde tek başına yaşamak imkansız hale geldiği için çareyi evlerimizi paylaşmakta ve küçücük odalara sığmaya çalışmakta buluyoruz. Uyuduğumuz, uyandığımız, dinlendiğimiz, yemek yediğimiz, misafir ağırladığımız yer çoğumuz için tek göz bir oda… Eğer aile evinde yaşamak zorunda kaldıysak orası da ayrı bir cehennem! Kadına alan açmayan, seçimlerine saygı göstermeyen, şiddetle ve yasaklarla kontrol altına almaya çalışan baba evleri çoğu kadın için kabustan farksız ama seçeneksizlik bizi bu evlere doğru sürüklüyor. Ne kadar ayak diretsek de yoksulluğun sert rüzgarları bizi istemediğimiz, mutlu olamadığımız evlere, işlere, ortamlara doğru zorla sürüklüyor.

Büyük umutlarla ve hayallerle okuduğumuz okullar, öğrendiğimiz diller, edindiğimiz maharetler sayesinde bulduğumuz (eğer şanslıysak)  işlerde  gece gündüz çalışmamıza rağmen, aldığımız maaşlarla ay sonunu zor getiriyoruz. Bir sonraki maaş gününe yetişebilmek için her gün biraz daha küçültüyoruz hayatlarımızı ve hayallerimizi.

Çalıştığı işte konumunu garantilemek ve işsiz kalmamak için günde 15 (on beş!) saat çalışan,

Memur olmasına rağmen artan kira fiyatlarından, zamlardan dolayı ek iş yapan ve eve döndüğünde ancak uyumaya fırsat bulabilen,

İş bulamayan ve depresyona giren,

Evliliğinde mutsuz olan, şiddet gören ama çalışacak bir iş bulamadığı için boşanmaya cesaret edemeyen,

İşsiz kalmamak için patronunun tacizlerini görmezden gelen ve bu öfkeyle yaşamak zorunda olan,

Tiktok’da video çekip yaşadığı yoksulluğu anlatmayı son çare gören kadınların sayısı her gün artıyor.

Toplumun en alt katmanında yaşayan ve pazardaki artıklardan, çöplerden yiyecek toplayan kadınlar için hayat adeta bir kabus! Yoksulluğa ve şiddete karşı en korunmasız konumda olan göçmen kadınlar, çocuklar yiyecek bile bulamıyor. Biz bunca sıkıntıyla yaşarken, bu ülkenin cumhurbaşkanı bizi ‘’yeterince şükretmemek, tatminsizlik ve karamsarlık’’ sebebi ile eleştiriyor ve akıl veriyor…

Görüyoruz ama değiştiremiyoruz

Öfke duyuyoruz ama öfkeyi yeterince örgütleyemiyoruz. Yoksulluğa karşı isyanı hep beraber büyütmek için güçlü adımlar atmadığımız her gün bu tablo daha da şiddetleniyor…

Devletin bütün imkanlarına el koyan ve bu imkanları kullanarak toplumu manipüle eden iktidarın elinde muazzam bir güç var, kabul edelim. Ana akım medyayı tamamen ele geçirmesi yetmedi sosyal medyayı maaşlı trollerle doldurdu. Propaganda yaptığı bütün kanallar aracılığıyla, yaşanan bu şiddetli yoksulluğu türlü komplo teorileri ile örtmeye çalışıyorlar. Önce görmezden geldikleri bu krizi artık örtemedikleri için yalanlarla hedef saptırmayı deniyorlar. Döviz artışı, zamlar ve pahalılık bir gün ‘’dış güçlerin oyunu’’ iken ertesi gün başka bir gerekçeye dayandırılıyor. Bunlar da yetmediğinde ‘’şükretmeyi bilmiyorsunuz’’ diye akıl veriliyor.

Artık bu krizi yönetemediğini, durduramadığını gören iktidar, bizi elimizdekilere şükretmeye, sabırlı olmaya çağırıyor ama mutfağı boş olan milyonlar buna kulak vermediği gibi öfkeleri daha da büyüyor… Büyük dava yüceltmeleri, dış güçler komploları ve beka söylemleri yoksul halkın sabrını daha da tüketiyor. Tüm bu safsataların teker teker boşluğa yuvarlandığı noktada, yoksulluğun politize edilmesinin tam zamanı!

Halkın öfkesini yükselten, sabır taşının çatlatan hem ekonomik hem de yapısal bu krize karşı bir çıkışın mümkün olduğunu hep beraber görmeliyiz. Patriyarkal kapitalizmi yıkmak dışında hiçbir geçici çözümün bizi kurtaramayacağını, bizden çalınan her şeyi almanın imkan dahilinde olduğunu anlatabilmeliyiz. Bugün bunu yapmak hem mümkün hem de zorunlu…

Biz her geçen gün daha da yoksullaşırken birileri servetlerini vergi cenneti ülkelere kaçırmaya devam ediyor. İş cinayetleri artarken, güvencesiz koşullarda çalışma yaygınlaşırken sermaye sahipleri karlarını katlamaya devam ediyor. İşçi kadınlar, işsiz kadınlar, göçmen kadınlar insanlık dışı koşullarda yaşıyorken iktidar yandaşları yaşanan krizi görmezden gelerek bir sonraki seçimi nasıl kazanacağına dair hesaplar, planlar yapıyor. Yoksul halk ve ayrıcalıklı sınıflar arasındaki uçurum her geçen gün keskin bir biçimde derinleşirken: hayatlarımız, haklarımız ve adil bir yaşam için yürüttüğümüz mücadeleyi yükselterek patriyarkal kapitalist sömürü düzenine sert bir darbe indirmenin tam zamanı değil mi? Yoksulluğa, erkek şiddetine, erkek adalete karşı yürüttüğümüz haklı direnişimizi yükseltmenin tam zamanı değil mi?