Dosya, Hemhal

İkizköy, Akbelen Ormanları Kadınlara Emanet

Akbelen ormanında devam eden ekoloji direnişini, Karadan Karacahisar Mahallesi Doğayı, Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği başkanı Necla Işık ile konuştuk.
“İkizköy’de erkekler genelde toprakta çalışmaz, kadınlar çalışır, o yüzden İkizköy’de hep kadınlar var, toprakta kadınlar var, tarlada kadınlar var. Kadınlar ürettiği için ve doğa ile iç içe olduğu için bence en öndeler, en öndeyiz. Biz hem kendimize hem hayvanımıza ekiyoruz, tarladaki de kadının elinden geçiyor, evin içindeki de kadının elinden geçiyor, bir de buna nöbet eklenince kadınlar ahtapot gibi artık. Kolları, bacakları, saçları ile her şeye hakim olmaya çalışıyor.”

Merhaba, İkizköy’de Akbelen Ormanı’nda yaklaşık bir buçuk senedir maden şirketlerine karşı süren bir direniş var. Siz de uzun zamandır bu direnişin içinde yer alıyorsunuz. Bize kendinizi tanıtır mısınız? Direniş nasıl başladı anlatır mısınız?

Nejla Işık: İsmim Nejla Işık, öncelikle iki çocuk annesiyim, ev hanımıyım, çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşıyorum, 2019 senesinden beri Akbelen direnişçisiyim.

Akbelen Ormanı nöbetimiz geçen yaz 17 Temmuz’da başladı fakat mücadelemiz orman nöbetinin çok daha öncesinde 2019 yılında zaten başlamıştı. Mücadelemiz, insanların canına tak dediği yerde başlamış oldu. Burada 40 yıldır bir termik santral çalışıyor, 2014 yılına kadar burayı devlet işletti, birçok orman yok oldu. Ardından özelleştirme ile birlikte santral şirketlerine satıldı. Bu şirketler Yeniköy, Kemerköy İç Enerji Limak iş birliğinde. Biz köylüler öncesinde hep duyardık bazı şeylerin değişeceğini ve gelişeceğini ama 15 sene içerisinde gelecek olan ilerleme şirketler yüzünden 3 sene içerisinde geldi. Bizim İkizköy’ü eski adıyla Işıkdere’yi kaybetmemiz; buradaki ağaca, suya, toprağa, ormana daha fazla sahip çıkmamıza sebep oldu diyebilirim. Direnişimiz 2019’dan beri sürüyor.

Peki siz direnişe nasıl dahil oldunuz?

Ben içerisinde nasıl yer aldım; şirketler köylülerin topraklarını almak için köylülere teklifler yapmaya başladı. Burada Mehmet amcamız var eski Milli Eğitim İlçe Başkanı, o bir yazı yazdı: “Biz topraklarımızı nereye kadar vereceğiz!” diye… O yazının ardından Muğla Çevre Platformu ile buluştuk. Onlar bizi buldu, biz onları bulduk, topraklarımızı vermek istemediğimizden bahsettik ve Karadağ’da büyük bir toplantı gerçekleştirdik.

Senelerdir Akbelen’de şuraya gitmemiz lazım, şurada şu müdahale olmuş, burada bu direniş var dediğimiz zaman; elimizde ne olursa olsun, ocağımızda yemeğimiz olsun bırakırız, yemeğin altını kapatırız santrale koşarız. Nerede ne varsa oraya gideriz, hayvanımız varsa hemen bağlayıp geliriz, tarlada çift sürüyorsak bırakır koşarız.

Işıkdere çok büyük bir yıkıma uğradı ve şirket bize “Başka bir yeri almayacağız” dedi. Biz de zannediyoruz ki sadece Işıkdere’yi alacaklar geri kalan yerlere dokunmayacaklar ama öyle olmadı. Bu defa Işıkdere’nin diğer taraflarına Karadağ, Akbelen bölgelerine yöneldiler. Bu sadece İkizköy’le sınırlı bir şey değil, az ilerde Çalköy var, onun ilerisinde Karacahisar Köyü var, bir sürü köy sayabilirim… Yani biz en son dedik ki bunlara “dur” demezsek eğer bunlar tüm köylere ulaşacaklar ve köylerimiz yok olacak. Bizler 40 senedir kömür bölgesinde yaşayan insanlar olarak, köylüler olarak, ezilenler olarak ve bu durumdan en çok etkilenen kadınlar ve çocuklar olarak bu gidişe “dur” demek için mücadeleye başladık.

Bu direnişi nasıl örgütlediniz, neler yaptınız ve nelerle karşılaştınız bize biraz deneyimlerinizi aktarabilir misiniz?

2019’dan beri sayısını hatırlamadığım kadar eylem yaptık, Ankara’ya gittik meclise çıktık. Artık bu santraller kapatılsın dedik. Çünkü bu işin içerisine girince dünyada kömürden vazgeçildiğini gördük, geçen sene Paris İklim Anlaşması imzalandı, “madem bu anlaşma imzalandı neden hala vazgeçilmiyor kömürden, neden hala izin veriliyor bu talana” diye soruyoruz. Burada her zaman mağdur olan köylüler, üreten köylüler. Bize kamu yararından bahsediliyor, elektrik üretiminden bahsediliyor; kamu yararı sadece o elektriği tüketen insanlar mı, burada biz kamu sayılmıyor muyuz? Bu durumdan en çok etkilenen biz isek ve bu kararlar bize sorulmadan alınıyorsa biz de buna dur diyeceğiz elbette. 17 Temmuz’dan beri Akbelen Ormanı’na defalarca kez girmeye çalıştılar, bir yandan köylüye ihbarname gönderiyorlar, köylü kabul etmeyince bu sefer Akbelen Ormanı’na ağaçları damgalamaya giriyorlar.

Çok iyi gittiğimizi düşünüyorum, dışarıdan destekler güzeldi zaten hala da devam ediyor. Gündüz alanda çevre dernekleri STK’lar bizimle oluyor. Günün yorgunluğuna rağmen akşamları her gün nöbet alanında toplanıyoruz, çayımızı demliyoruz, sohbet ediyoruz.  “Gün içerisinde, kim geldi, kim gitti, mücadelemiz ne yönde, ne yapmamız lazım, dinamit atıldıysa nereye doğru gidelim, Kaymakamlığa mı gidelim CİMER’e mi şikayet edelim?” bunları tartışıyoruz. Söylemeden geçemeyeceğim, bizim yanımızda 3 senedir çok güzel bir kadın, Deniz Gümüşer var, çevre mühendisi, kendisi hep yanımızdaydı, mücadelemize onunla başladık onunla devam ediyoruz. Birlikte çok güçlüyüz, burası sadece İkizköy’ün sorunu değil, Kazdağları sadece oradakilerin sorunu değil, İkizdere sadece oradakilerin sorunu değil. Artık biz hepimiz güçlerimizi birleştirmemiz gereken bir noktadayız, birlikte olursak üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok diye düşünüyorum ben.

Doğaya, kadınlara yönelik saldırılar her koldan artıyor. Ekolojik kriz, yıkım, şiddet her geçen gün derinleşiyor. Akbelen’deki direniş henüz bir kazanımla sonuçlanmadı ama mücadele sürüyor ve başka birçok yere bu deneyimler aktarılıyor. Peki şu an direniş ne durumda?

Akbelen Ormanları davalarımız devam ediyor. Öncesinde davalarımızı defalarca ertelediler, hatta son duruşmamızda avukatlarımıza hakaretler ettiler. Bilirkişi raporu yazıldı, iyi çıkmasını bekliyoruz, iyi çıkmasını umut ediyoruz, kötü düşünmek istemiyoruz ama diyelim ki kötü sonuçlandı o zaman avukatlarımız ne derse yapmaya hazırız. Biz bu davadan vazgeçmeyeceğiz, sonuna kadar götüreceğiz.

Ben doğduğumdan beri bu ağaçlar burada, benim onlara bir vefa borcum var. Ben onlar sayesinde nefes aldım, gittim onların dalına salıncak kurdum, gölgesinde uzandım, özgürce aralarında koşturdum. Biz kadınlar yetiştiriyoruz, üretiyoruz, doğayla, toprakla iç içeyiz her şeye hakimiz. O yüzden biz bunu veremeyiz, bundan vazgeçemeyiz.

Şu an aslında yürütmeyi durdurma kararımız var. Ağustos ayında her yer yanarken bu şirket 8 Ağustos’ta yine ormanımıza girmişti, dışarıdan yangını söndürmek için desteğe gelen insanları kullanarak 105 ağacımızı katletti. Hemen sonrasında biz yürütmeyi durdurma kararını kazandık, bu bizim için çok önemliydi. Hala da yürütmeyi durdurma kararı devam ediyor, bu bizim içimizi biraz rahatlatıyor ama güvenemiyoruz.  Bilirkişi raporunun iyi gelmesini bekliyoruz şu an için, eğer rapor kötü gelirse bir üst mahkemeye, eğer yine kötü gelirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gitmeyi düşünüyoruz. Ama bunun yanında diyelim ki yürütmeyi durdurma kararı kalktı biz yine gözümüzü dahi kırpmadan ormanımıza, ağaçlarımıza siper olacağız, ağaçlarımızı kestirmeyeceğiz. İkizköy’de toz kokusundan ve kömür kokusundan durulmuyor, burada gerçekten zehirleniyoruz, yaşamak çok zor, Akbelen Ormanları bizim gerçekten ciğerlerimiz, onlar olmazsa nefes alamayız.

Şirket şu anda köyde toprakları olan ama köyde yaşamayan insanlara ulaşıyor. Geçen yıl dönümü 17 lira olan toprakları, bu sene dönümünü 120 – 130 liraya kadar çıkartarak oraları satın almaya çalışıyor. Biz de diyoruz ki bize trilyon verseniz topraklarımızdan vazgeçmeyiz. Çünkü biz bu düzeni kurana kadar, bu zeytinleri yetiştirene kadar, bu toprakları işleyene kadar 40 sene geçti.

Madenin, santralin etrafa verdiği zarar her şeyimizi etkiliyor; toprağımızı, suyumuzu, havamızı… Verimi düşüyor, ağaçlarımız sapsarı, kupkuru, sanki kanser hastası gibi.

Biz iyi olacağını düşünüyoruz ama ola ki kötü bir şey çıktı, ola ki yürütmeyi durdurma kararı iptal edildi biz yine kendimizi o ağaçların, o testerelerin önüne atacağız. Umudumuz var sabredeceğiz ve kazanacağız, hep birlikte kazanacağız tek başımıza değiliz.

Ekoloji direnişlerinde özel olarak kadınların öne çıktığı bir durum var. Bunu Kazdağları’nda, İkizdere’de gördük özel olarak. İkizköy için de aynı durumun geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Akbelen Ormanı’nda kadınların pozisyonu nasıl? Neden en çok kadınlar sahip çıkıyor bu alanlara?

İkizköy’de erkekler genelde toprakta çalışmaz, kadınlar çalışır, o yüzden İkizköy’de hep kadınlar var, toprakta kadınlar var, tarlada kadınlar var. Kadınlar ürettiği için ve doğa ile iç içe olduğu için bence en öndeler, en öndeyiz.

Evin içini de biliyorsun kadınlar, yemeği, çamaşırı, evi de düzenlemek zorunda sonuçta. Ayrıca tarımla da uğraşıyoruz; mercimeğimiz, bulgurumuz, yulafımız, sarımsağımız hepsi olur. Biz hem kendimize hem hayvanımıza ekiyoruz, tarladaki de kadının elinden geçiyor, evin içindeki de kadının elinden geçiyor, bir de buna nöbet eklenince kadınlar ahtapot gibi artık. Kolları, bacakları, saçları ile her şeye hakim olmaya çalışıyor.

Elimizden bir şey gelmese de birbirimize güç veriyoruz, birbirimizin yanında olduğumuzu biliyoruz. Kadınlar sadece İkizköy’de Akbelen’de değil;  Antalya’da Menteşe’de, Muğla’da, her yerde direniyor ve biz İkizköy’deki kadınlar olarak yetişebildiğimiz her yere yetişmeye çalışıyoruz.

Ben doğduğumdan beri bu ağaçlar burada, benim onlara bir vefa borcum var. Ben onlar sayesinde nefes aldım, gittim onların dalına salıncak kurdum, gölgesinde uzandım, özgürce aralarında koşturdum. Biz kadınlar yetiştiriyoruz, üretiyoruz, doğayla, toprakla iç içeyiz her şeye hakimiz. O yüzden biz bunu veremeyiz, bundan vazgeçemeyiz. Nasıl bir ağaç kök salar toprağa, o olmazsa kurur, ölür; kadın da böyle, ben de böyleyim, buralar olmazsa yaşayamam.

90 yaşında bir ninemiz var diyor ki; “Toprağı besleyen yağmur, yağmur veren çamlardır.” Belki erkek bunu böyle düşünmez gider insafsızca keser ama bu yaz günlerinde gidin dışarıda bir dolaşın bakalım bu sıcaklarda hemen ne yaparsınız, bir ağaç gölgesi ararsınız.

Senelerdir Akbelen’de şuraya gitmemiz lazım, şurada şu müdahale olmuş, burada bu direniş var dediğimiz zaman; elimizde ne olursa olsun, ocağımızda yemeğimiz olsun bırakırız, yemeğin altını kapatırız santrale koşarız. Nerede ne varsa oraya gideriz, hayvanımız varsa hemen bağlayıp geliriz, tarlada çift sürüyorsak bırakır koşarız. Çünkü çok yaşadık bunu ben babamı tarladan, annemi zeytinlikten çağırdım buna dur demezsek burada bu eylemi yapmazsak yarın toprağımız kalmayacak.

İkizköy ve Akbelen ormanı için mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Aydın Topçam köyünde Cennet ablamız var onların da başında bir termik santral belası var. Mesela onlara desteğe de gidiyoruz, kadının halinden en iyi kadın anlıyor. Elimizden bir şey gelmese de birbirimize güç veriyoruz, birbirimizin yanında olduğumuzu biliyoruz. Kadınlar sadece İkizköy’de Akbelen’de değil;  Antalya’da Menteşe’de, Muğla’da, her yerde direniyor ve biz İkizköy’deki kadınlar olarak yetişebildiğimiz her yere yetişmeye çalışıyoruz .Tabii ki köyümüzdeki erkekler de önemsiyor ama mesela diyor ki işteyim izin alamıyorum. Ama kadınlar öyle değil, ben öyle değilim, hayvanımı bir gün çıkarmazsam açlıktan ölmez ama ben o direniş alanına gitmezsem o ağaçlar ölür. Yani biz bu yola başımızı koyduk, umuyoruz ki kazanacağız, başaracağız.  Kötüyü de düşünmek istemiyoruz, inanmak başarmanın yarısıdır ve birleşe birleşe kazanacağız diyoruz.

Genel olarak ekoloji mücadelesine, kadınlara ve direniş odaklarına dair söylemek istedikleriniz nelerdir? Kadınlara ve ekolojisitlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bizim 3 sene öncesine kadar dışarıda ne olup bittiğine dair hiçbir fikrimiz yoktu, ta ki canımız yanıp bu mücadelenin içine girene kadar. İşte mücadeleye girince burnumuzun dibinde ne yıkımlar olduğunu gördük. Şimdi diyoruz ki iyi ki mücadele ile tanışmışız, iyi ki mücadelenin içerisine girmişiz hem kendimiz için hem de destek olduğumuz kişiler için, direnişler için.

Tabii ki köyümüzdeki erkekler de önemsiyor ama mesela diyor ki işteyim izin alamıyorum. Ama kadınlar öyle değil, ben öyle değilim, hayvanımı bir gün çıkarmazsam açlıktan ölmez ama ben o direniş alanına gitmezsem o ağaçlar ölür.

Bir dernek kurduk, Karadan Karacahisar Mahallesi Doğayı, Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği, bu tüzel kişiliği tamamen buradaki mücadeleyi yaşatmak ve büyütmek adına kurduk ve sadece İkizköy için değil, Milas’taki tüm köyler için kurduk, nerede bir kıyım olursa buna kayıtsız kalmayalım, müdahalede bulunalım demek için. Bu dernekte çalışmalarımız sürüyor şimdi de bu derneğin başkanlığını yapıyorum.

İlk başta ağaç kıyımına ormanın ortasından, görülmeyen yerlerden başlamışlardı, kimse yoktu, eşler işe gitmişti, kadınlar hayvanlarını otlamaya çıkarmıştı, ilk ben duydum. Orman motor ve testere sesinden inliyordu.

İlk önlerine geçip yalvarmaya başladım, “Ne olur kesmeyin, biz burayı mahkemeye verdik, bilirkişi gelecek. Siz burayı keserseniz bilirkişi gelip neye baksın.” dedim, anlatmaya çalıştım ama karşımızda asla bizi anlamayan, tamamen parayla satın alınmış kişiler vardı. Orada bir çağrı yaptım. Sonra biz toplandık, bağır çağır kendimizi yerlere attık, ağaçların önüne siper olduk birkaç saat bekledikten sonra onlar da gittiler.

Yani diyeceğimiz tüm mücadele alanlarında birbirimize koşalım, birbirimize destek olalım, birbirimize yetmeye çalışalım, bizi az görünce ezip geçmeye çalışıyorlar ama biz bir yumruk olursak bizi ezemeyeceklerini anlıyorlar, görüyorlar. Biz buradan tüm doğa severlere, ekolojistlere, STK’lara teşekkür ediyoruz yanımızda oldukları için. Herkese çağrımız, herkesten istediğimiz saldırılara karşı tek bir yumruk olmak, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeyelim artık.