Özge Özel; “Müsaadenizle Alnından Öpüyorum Yolculuğumun”
Komedyen ve oyuncu sevgili Özge Özel ile söyleştik. Stand-up dan poscaste, komedyenlikten oyunculuğa dair hemhal ettiğimiz keyifli bir röportaj sizleri bekliyor.

Feminerva: Merhaba Özge, biz seni uzun zamandır severek takip ediyoruz ama okuyucularımız için kendini tanıtır mısın?
Özge Özel: Merhabaa, ne zaman kendimi tanıtmam gerekse aynı telaşa kapılıyorum. Komedyen ve oyuncuyum; 3 senedir stand-up yapıyorum. Kayıp Eşya Bürosu podcast’ini hazırlıyorum. Yazarlık ve editörlük işlerine de bulaştım bir noktada.
Lisansını reklamcılık alanında yaptıktan sonra tiyatro ve stand-up’a geçişin nasıl gerçekleşti?İçinde yaşadığımız kültür kadınların yaratıcılığını bastırmak için her yolu denerken, buna rağmen yeni bir alana adım atmak ve “ayağa kalkmak” nasıl bir süreçti?
Hayatta en çok kendiyle uğraşan biri olarak, sürekli ne yaparken mutlu olduğumu bulmaya çalıştım. Böylece önce iletişim fakültesine, sonra da tiyatroya doğru meylettim. Bir oyuncu olarak işsiz kaldığım zamanlarda, bu işin en büyük ve önemli kısmının yazarlık olduğunu fark etmem uzun sürmedi ve kendimi yazarlık atölyelerinde buldum.
Yakın dostlarım, anlatım dilimin stand-up komediye çok yakın olduğunu söylediler, uzunca bir süre de gaza getirdiler. Stand-up yapmaya başladıktan sonra da bunu sürekli yapmak istedim – ki bulmaya çalıştığım şey de bu duyguydu.
Ne iş yaparsak yapalım her yeni alan, kendi belirsizliği ve anksiyetesiyle geliyor zaten. Korkmaya, kaygı duymaya varım, bunları hala her gösteri öncesi iliklerime kadar hissediyorum. Fakat günün sonunda bir takım duyguların davranışlarımı belirlemesi, kısıtlaması ihtimali sinirimi çok bozuyor. Yani biraz inadına yapıyorum galiba.

Genel olarak mizah erkeklerin tekelindeydi yakın zamana kadar. Tabii bu süreç boyunca da yazan, çizen, üreten kadınlar her zaman vardı ama ön plana çıkarılan, parlatılan hep erkeklerdi. Böylesine eril bir sektörde çok başarılı işler yapıyorsun ama arka planda neler oluyor?
Genel olarak çoğu meslek grubunda bu cinsiyet eşitsizliği var zaten, stand-up’a, sahne sanatlarına özgü bir durum değil maalesef. Komedyenlik, cinsiyetler üstü bir yerde duruyor benim için. Cem Yılmaz gibi bir örnek olmasına rağmen, Türkiye’de stand-up bir kültür olarak yeni yeni yayılmaya başladı. Ve maalesef her sesi dinlemek konusunda tahammülün en az olduğu döneme denk geldik. Yada hep böyleydi, hatırlayamıyorum 🙂 İnsanlar hala neyin şakası yapılır, neyin yapılmaz karar vermeye çalışıyor ve Will Smith’in tokadını haklı bulanların sayısı çoğunlukta. Üzücü. Durum böyle olunca hepimiz aynı kaygıları taşıyor ve aynı engellere karşı işimizi yapmaya çalışıyoruz, işimiz de şaka yapmak.
Kendi küçük çevremde erkeklerin çoğunlukta olduğu doğru ama bulunduğum ortama eril diyemem. İlla ki dalyaraklarla dolu topluluklar da vardır ama artık o devir bitti, her şey gibi o da değişiyor, hem de dışarıdan göründüğünden çok daha hızlı bir şekilde.
İnternetin sektörden kat kat daha eril olduğunu düşünüyorum ben. Bu farkı belirtmek önemli çünkü stand-up’tan “eril bir sektör” olarak bahsetmek, bu işi yapmak isteyen ama cesaret edemeyen kimsenin işini kolaylaştırmıyor.
Stand-up gösterilerin dışında podcast de yayınlıyorsun. Kayıp Eşya Bürosu nasıl başladı ve nasıl gidiyor? Podcastlerinde konuları nasıl seçiyorsun, nasıl gelişiyor süreç?
Üf en sevdiğim konu podcast bu aralar. Kayıp Eşya Bürosu, teklif üzerine yapmaya başladığım bir program. İyi ki de teklif etmişler, çünkü bambaşka bir tarafım sağalıyor onu yaparken. Çevresindeki her şeyden az ya da çok mutlaka etkilenen biriyim (terapi sağolsun fark etmemi sağladı). Ordan şuraya, şurdan buraya tıkır tıkır bağlanıyor her şey hayatta.
Olumlu – olumsuz bir şey hissetmeme, düşünmeme sebep olan şeyleri ayıklıyorum podcast’i yaparken. Benzer şeyleri yaşayanlara selam çakıyor “bende de aynısı var” diyorum aslında. Çok seviyorum insanlarla duygudaşlık kurayım. N’apıyorsam ondan.
Seni dinlerken ve izlerken şunu kolaylıkla fark edebiliyoruz; kendine dürüst bir bakış atmaktan ve burdan da samimi bir mizah çıkarmaktan geri durmuyorsun. Biz, uzun zamandır başkaları üzerinden üretilen mizahı, tiplemeleri izliyorduk ekranlardan ama bunun değiştiğini görüyoruz şimdi. Bu değişim hakkında ne düşünüyorsun?
İzlerken de yaparken de inanılmaz keyif aldığım bir değişim valla. Herkes önce bir kendine baksın diye diye oldu sonunda galiba. Bir yandan hem büyüdük ve hayat bizi bunu yapmaya mecbur etti, diğer yandan mesleki olarak ulaşabildiğimiz kaynaklar çoğaldı.
Netflix, HBO, Amazon sırf stand-up başlığı altında bile inanılmaz bir çeşitlilik sundu hepimize. Zaten dünya üzerinde konuşulmamış her hangi bir konu kalmadığını yüzümüze güzelce bir çarptı. Herkes kendi bakış açısı ve deneyiminden aktarıyor belki de aynı 25 konuyu, biz de – neyse artık ilgilendiğimiz o konu – kendimize yakın bulduğumuz komedyenin dilinden dinlemeyi seviyor, onu izlemek istiyoruz.
Hal böyle olunca kendini karanlığını tanımaya, onu anlatmaya mecbur kalıyorsun, iyi ki de öyle oluyor. Öteki türlü hayat da geçmez, çok sıkıcı.
Senin anlattığın hikayeleri merakla dinliyoruz ama senin nelere, kimlere güldüğünü de merak ediyoruz. Bu kadar üretken olabilmek için hangi alanlardan beslendiğini, neler yaptığını anlatır mısın biraz?
Bu soruya maalesef çok sığ bi cevabım var nolur kınaman beni. En çok düşenlere gülüyorum maalesef, yürüyen merdivenlerde özellikle. Ya da çok hararetli bir tartışmada dili sürçenlere falan.
Son zamanlarda kendimi besleme işini çok boşlamıştım, dibimi sıyırmak üzereydim. Şimdi kitaplara filmlere geri dönmeye çalışıyorum. Bu konuda da beni en motive eden şey Beliz Güçbilmez’in yazarlık atölyeleri. İlkini bitirdim, ikinciye başladım daha yeni. Muhteşem bir kadın; bilgisi, karizması her şeyiyle. Sağ olsun beni dipsiz kuyulardan çekti çıkardı.
Bundan 3 sene önce stand-up yolculuğun başladı. Şimdi ise yoğun bir takvimin, tek kişilik gösterilerin, merakla beklenen podcastlerin var. Bu yolculuğa başlarken hissettiğin duyguları, çekinceleri hatırlıyor musun? Şimdiden düne baktığında kendi yolculuğun sana nasıl görünüyor? Senin gibi yazmak, konuşmak, üretmek isteyenlerle paylaşmak istediğin önerilerin var mı?
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Yukarıda yazdıklarımı tekrar etmiş gibi olacağım belki ama başlarken ne hissettiysem hala öyle hissediyorum. Sevinç, umut, korku, panik, neşe, kaygı, utanç, öfke her şey. Yaptıkça bu duygularla başa çıkmayı öğrendim / öğreniyorum sadece. Artısından da eksisinden çok razıyım, müsaadenizle alnından öpüyorum yolculuğumun.
Öneri vermek haddime değil ama kimsenin “benim bunu anlatmam neyi değiştirecek ki?” diye düşünmesini, kendinden şüphe duyarak, hata yapmaktan korkarak, mükemmel bir şey ortaya çıkarmaya çalışarak vakit kaybetmesini istemem. Valla hiç gerek yok, düşe kalka oluyor güzel olan her şey.