Hemhal

Yeşim Ustaoğlu: “Kendi hayatımızın özneleri olduğumuzu bilirsek, gücümüz açığa çıkar”

Yeşim Ustaoğlu; Tereddüt, Pandora’nın Kutusu, Bulutları Beklerken, Güneşe Yolculuk ve sayamadığımız birçok ünlü filmin yönetmeni… Aynı zamanda senarist ve yapımcı olan yönetmenimizle sinema üzerine hemhal eyledik.

Yeşim Ustaoğlu- Güneşe Yolculuk filminin kamera arkasında

Feminerva: Bildiğimiz kadarıyla siz bambaşka bir alandan sinema alanına geçiş yaptınız. O günden bu yana da hem kısa filmleriniz hem de uzun metrajlı filmleriniz oldu. Sadece içerik değil teknik anlamda da birçok ilke imza attınız. Bu alana yönelmenizdeki motivasyonunuz neydi? Sinema sizin için ne ifade ediyor?

Yeşim Ustaoğlu: Sinema benim için kendi sesimi, kendi özgürlüğümü, kendimi ifade edebildiğim ve kendimi bulduğum bir alan. Dediğiniz gibi mimarlıkta okudum, mimarlığı da sevdim üstelik. İnsanın mekanla, zamanla, tarihle, çevreyle, dokuyla ilişki kurabildiği önemli bir disiplin. Ama insan ve kendim söz konusu olduğunda mimarlığın içinde saydığım bütün diğer katmanların da etkisiyle, kendim ve insanın daha derinliklerindeki varoluş sorunsalını dillendirmek istedim ve sinemayı kendimi daha bağımsız, daha özgür ve sesimi daha iyi ifade edebildiğim bir alan olarak buldum. Ve yaptığım ilk kısa filmlerden itibaren de bir süreliğine ikisini bir arada götürmeme rağmen sinemanın daha da devam ettirmek istediğim, var olmak istediğim bir alan olduğuna karar verdim.

Her filminizin muhalif, politik bir yapısı var ve bunu anlatırken karakterlerin, mekanların birbirleriyle ilişkilerinde farklı bir doku yaratıyorsunuz. Bireylerin statüleri ne olursa olsun çok güçlü bir empati duygusu hakim gibi. Birbirleriyle ilişkilenmeleri, temas etmeleri ve bu temaslarda kurulan muhalif taraf hiç tortu bırakmadan, ajitatif bir hale dönüşmeden kendi coğrafyasında çözülüyor. Bunun yaratım süreci nasıl oluyor?

Böyle düşünüp, yorumlamanız benim için çok kıymetli. Biraz da söylediğiniz gibi aslında hangisi olursa olsun insana ait bir hikayede hangisini anlatırsam anlatayım karakterlerimi hep, arkasındaki kimlik meselesinden, bugünkü modern hayatın tüm açmazlarından ve çıkmazlarından yana anlamaya çalışıyorum. Onları bir hikayeyi bana anlatan kişi olmaktan çok; bu durum içinde her türlü gel gitleriyle, karakter analizleriyle, gelir durumlarıyla anlamaya çalışıyorum ve ilişkilendiriyorum. Gerçek hayatta karşımıza çıkan karakterler. O yüzden de çok uzun bir yazım sürecinden geçiyorum.

Mimarlıkta belki olmuyor ama mimarlıkta da nasıl ki tasarım yapmak için gidip o mekana bakmanız, dokunmanız; nasıl bir lokasyonda, kim kullanıyor, kim yaşıyor kimin için yapacağım diye düşünmeniz gerekiyorsa, aynı şeyi sinemada da yapmanız gerekiyor. Çok daha yoğun olarak üstelik ve bana da bir sürü besleyici, eğitici deneyimler yaşatıyor. Bir mekanı seçmek değil oraları anlamak yaşamak kavramak gibi uzun tecrübelerden geçiyorum, bu da tabii çok besleyici bir şey, çok şey öğreniyorum. Bazen kendimi Nusaybin’de, Karabük’te, Zonguldak’ta, Urfa’da bir evde buluyorum. İnanılmaz güzel bir şey, bütün coğrafyayı bütün dokuyu bütün dertleri bir şekilde öğreniyorsunuz. Öğrenirken de yaşarken de bir sonraki projenin ön anılarını oluşturduğum bir tecrübe yaşıyorum ve çok severek yapıyorum.

Farklı coğrafyalardan birçok kimliğe dokunuyor filmleriniz, görünmeyeni görünür kılan, yaşanılan coğrafyanın kendi dinamiklerine çok hakimsiniz, organik bağlar kuruyorsunuz. Bu organik ilişkinin temelinde nasıl bir ilişkilenme hali var?

Yerel olan her şeyde, gittiğim yerlerde bağımı dışarıdan bir insan, oraya ziyarete gitmişim de “şöyle bir bakan insan” olarak kurmuyorum genellikle. Bu ister yaşadığım, büyüdüğüm yer olan Karadeniz coğrafyası olsun, ister daha farklı bölgeler olsun böyle. Gittiğim gördüğüm yerlerde yaşamak belki çok büyük bir şeydir ama uzun süreler oralarda kalmayı ve insanlara gerçekten temas etmeyi tercih ediyorum. Gerçek anlamda güvenimin ötesinde anlamak, kavramak, birlikte bir lokmayı paylaşmak, dert tasa dinlemek, kendi derdimi tasamı da anlatmak belki orada olma nedenimdir. Ve birçok insanla da bağlarımı devam ettiriyorum sonrasında, devam eden ilişkilerim de oluşuyor. Türkiye sineması da oyuncu kazanıyor. Arkadaşlıkların, dostlukların devam ediyor olması da çok önemsediğim şeyler. İçeriden çok yoğun bir ilişkiyi anlamak birçok şey öğretiyor insana, tabii bunlara bu şekilde bir yoğunluk kazandırabildiğim için de hikayeyi etkiliyor, beni de etkiliyor uzun vadede.

Sinema çoğunlukla erkeklerin tekelinde bir alandı yakın zamana kadar, üreten birçok kadın vardı ama ön plana çıkan, parlatılan çoğunlukla erkeklerdi. Böylesine eril bir sektörde çok başarılı işler yapıyorsunuz ama arka planda neler oluyor?

Şimdi size çok önemli bir şey söyleyeceğim ve üzerinize de bir görev atfedeceğim. Tabii çok kolay olan bir süreç değildi benim için de. Bir açıdan şanslıydım çünkü yaptığım şeyi bilerek inanarak ve çok hakim olarak ilk günden itibaren yaptım. Madem bunu yapacağım her şeyi öğrenmek, anlamak, hata bile yapsan bunu anlamak, kavrama hakim olmak gibi bir düsturu edinmeliyim diye düşündüm. Etrafınızda size yardım eden, sizinle birlikte çalışan tabii ki çok genç arkadaşlarım da dahil olmak üzere -ya da Ara Güler gibi biriyle- hepsi bu sürecin bir parçası oldu. Bir sürü insanı bu projelere katarken bu hakimiyet bir saygınlık da uyandırıyor. Ben bu anlamda bir saygısızlık bir problemle karşılaşmadım. Ama genel olarak sistem, eril zihniyet, yaptığımız şeyi anlamada, kavramada daha mesafeli ve daha problematik davranıyor. Bu eleştirmenler açısından da böyle. Problem o sistemin kendi problemi, benim değil. Önünüzdeki diğer işleri ve yapmak istediklerinizi engelleyen tıkayan bu sisteme karşı çok dirayetli değilseniz bunu engelleyebilecek bir güce de sahip değilseniz elbette bir sürü problem çıkabilir. Lafın kısası sizin gücünüz sizden sorulur aslında. Ben hep yılmayacağım, ne istiyorsam onu yapabileceğim güçte, enerjide ve hakimiyette hissettim kendimi.

Artık sizin bu eril zihniyeti -eril zihniyeti eleştirme hakkı da dahil olmak üzere- güçlü bir eserin hakkını teslim etmek üzere sizlerin, kadınların, gençlerin kendilerine yeni bir dünya, yeni bir sistem inşa etmesi gerekiyor. Artık böyle şeylere teslim olmamak gerekiyor. Ve bunun nereye gidebildiğini gördüm, sizlere de nasıl güçlü, anlaşılır bir şekilde ulaşabildiğini gördüm, bu bana kıvanç veriyor.

Son cevabınızda söylediğiniz şey aslında bir yandan da gerçekleşen bir şey. Toplumun her alanında kadınlar öncüleşmeye başlıyorlar. Sahne önünde de, kamera önünde de, sahne arkasında da kendini inatla var etme hali var. Biz de bunun için mücadele ediyoruz.

Bunu gördüğüm için söyledim zaten ben de. Bu çok umut verici bir şey. Biraz erkekleri de kattım ben, genç erkekleri. Ve her türlü kimlik problemini de hatta problemsizliği daha doğrusu. Şöyle bir şeyi tespit ettim ben, ister katılın ister katılmayın ama benim kendi tespitim bu. Gezilerimde, bu projeleri geliştirdiğimde, geçmişteki deneyimlerimden ve gençlikle tanışırken her türlü pozitif tespitin dışında fark ettiğim diğer bir pozitiflik; sizler -genç erkekleri de dahil ediyorum buna- daha ön yargısızsınız birbirinizle olan ilişkinizde. Bu da tabii daha sağlıklı bir toplum yaratma mücadelesinde sizin elinizi güçlendiriyor. Geçmişteki kuşaklar çok daha ön yargılıydı, her türlü meseleyi tartışırken de içinde yaşarken de. Bu beni heyecanlandırıyor, umut vaat ediyor bana.

Biraz önce konuştuğumuz çerçevede kadınların değil de erkeklerin başrolü kaptığı bir hal oluyor Türk sinemasında. Çoğunlukla baba oğul ilişkilerinin işlendiği içerikler üretiliyor. Erkeklerin hikayelerinin, kahramanlıklarının anlatıldığı filmlerden biraz bıktık. Siz kendi filmlerinizde kadın hikayelerine yoğunlaşıyorsunuz. O yüzden bizim de umutla sarılabileceğimiz bir alan yaratıyor kadın hikayelerinin anlatılıyor olması. Sektörde bu duruma karşı tepki üreten kadınlar var biliyoruz ama bir araya geliniyor mu yoksa bu tepki yönetmenler, oyuncular olarak bir kişisel tepki olarak mı ifade ediliyor, bunun tartışıldığı ortak bir zemin var mı?

Açıkçası yok ama bir araya geldiğimiz zamanlar da oluyor. Sinemamızda kadını özne olarak anlayan, kavrayan erkek yönetmenler de var. Sadece bizim değil bütün dünya sinemasında kadını ve LGBTİ+ ların daha iyi anlaşılmasına çabalayan projeler var artık. Bu önemli bir şey.

Bana göre erkek üzerinden dünyayı anlamak çok eski, sıkıcı ve eksik bir şey. Yani siz kadını anlamadığınız sürece ilişkiyi bile anlayamazsınız. Kadının sert bir karakter, yancı bir karakter olarak kalması aslında insanın anlamadığı eksiklik, vasatlık. Bu başka türlü açıklanamaz. Nihayet hem kadınlar hem de bu sistem bizim zorlamamızla da olsa aklını başına devşirmeye başladı. Egzistansiyel bir sorun bile erkekler üzerinden anlatılıyor.

Peki birçok kadın toplumsal cinsiyet rollerinin içinde şekillendiği ve çokça baskılandığı için istediği şeyleri yapamıyor. Sizin yaptığınız şey ise çok kıymetli ve örnek olması gereken bir davranış. Bu noktada sizi takip eden kadınlara ne söylemek istersiniz, ne önerirsiniz?

Sosyal hayata katılabilmek açısından bile çok büyük baskılar altında olan kadınların yaşadıklarını anlayabilmek çok önemli bir yerde duruyor. Kadın hareketi İstanbul Sözleşmesi de dahil olmak üzere bu noktada pek çok mücadele veriyor. Birçok konuda Türkiye’de kadın hareketinin çok güçlü olduğunu söyleyebilirim. Bu önemli ama varoluş mücadelesi içerisinde olan kadınlar için söyleyebileceğim en önemli şey, bu hayatın, kendi hayatlarının özneleri olduklarını fark etmeleri ve bunu her fırsatta ifade etmeleri gerektiği. Hayatlarımızda ne yaparsak yapalım bu değeri kendi kendimize verirken de, karşılıklı ilişkilerde de bu böyle olmalıdır. O zaman yaptığımız her şeyi çok güçlü yapıyoruz zaten.